Ovacık-Kabak Koyu etabı Likya Yolu’na Ölüdeniz tarafından başlayanlar için ilk andan itibaren büyüleyici birçok güzel manzara sunuyor.
Rota: Ovacık – Kirme – Faralya – Kabak Koyu (22 km)
Su: 2-3 litre suyla yürüyüşe başlamakta fayda var. Bu bölümde bolca çeşme bulunuyor. Suyunuzu tazeleye tazeleye devam edebilirsiniz.
Ovacık’a ulaşımı Likya Yolu Rehberi yazımda anlatmıştım. Likya Yolu başlangıç noktası Ovacık’a geleceğim minibüsün şöförü yolda önce Gemiler Koyu’na sonra Ölüdeniz’e devam edeceğini söyleyince ben de Hisarönü’nde inmek zorunda kaldım. Hisarönü’nden yol ayrımı yaklaşık 10 dakikalık yürüme mesafesinde. Yol üzerinden alışveriş yapılacak yer var. Fethiye’de alışverişimi yapmıştım fakat sabah kahvaltısı yapmadığım için rotaya girmeden karnımı doyurmak istiyordum.Fethiye’de alışveriş yaptığımda yanıma atıştırmalık bisküvi, öğle ve akşam yemekleri için makarnayla ton balığı ve su aldım. Yanımda hızlı enerji vermesi için İstanbul’da çantama koyduğum hurma, yemekler için hazır çorba ve keyif için de kahve ile çay vardı. Çantamın ağırlığı 13-14 kilogram civarındaydı. Su durumum yeterliydi. Yanıma iki litre civarı su aldım.
Bu etapta su sıkıntısı olduğunu okumadığım için su yeterli gelecekti. Ara ara çeşmelerden de suyumu tazeleyerek devam edercektim. Bunları düşünürken bir gözlemecinin farkına vardım ama canım sabah sabah hiç gözleme istemiyordu. Sahipleri de zaten daha kahvaltıdaydı. Tost talebimi geri çevirmediler ve karnımı doyurup yola çıktım. Likya Yolu haritasının bulunduğu yol ayrımına ulaştığımda saat 10.00’u biraz geçiyordu.
Likya Yolu’nda Ovacık – Kabak Koyu etabı başlıyor.
İlk günün sonunda hedefim Kabak Koyu’nu geçerek kamp atmaktı. İstanbul’un aksine hava sıcaktı ve güneş yükseldikçe sıcaklık artıyordu. Ovacık – Likya Yolu yol ayrımda yer alan Likya Yolu Haritasına göz atıp, fotoğraflarını çektikten sonra yola koyuldum. Aklımda hep patikalar olduğu için haritanın bulunduğu panonun arkasından patikaya girdim. Belli ki daha önce burası kullanılıyordu. Fakat bu yol beni yeni yapılan bir otelin yan tarafına çıkardığında yanlış yola girdiğimi, asfalt yolu takip etmem gerektiğini anladım. Neyse ki otelde çalışanlardan doğru yolu öğrenip Likya Yolu’na tekrar girdim. Bir süre sonra anladım ki herkesin anı fotoğrafı çektirdiği Likya Yolu giriş tabelası geride kalmıştı. Yol uzun olduğu için zaman kaybetmeden sağ tarafıma eşsiz güzellikteki Ölüdeniz manzarasını alarak yavaş yavaş yükselmeye başladım.
Babadağ’ın gölgesindeki toprak yol bir süre sonra patikaya dönüştü ve 2000 yıllık tarihi Likya Yolu’nda tırmanış başladı. Birkaç gün önce Likya Yolu’nda yürüyen arkadaşım hava koşulları nedeniyle yamaç paraşütü yapamadığını anlatmıştı. Şimdiyse gökyüzü oldukça kalabalıktı. Babadağ yamaç paraşütü için çok popüler bir yer. Burada yamaç paraşütüyle Ölüdeniz‘e uçmak istiyorum ama henüz bu isteğimi yerime getiremedim. Kısmet 🙂 Yürürken önce Alman bir çifte sonra iki Türk gençle karşılaştım. Selamlaşarak devam ettik. Taşlarla bezenmiş patika bittikten sonra Babadağ’a doğru biraz daha yükseldim. Yola girer girmez yokuş çıkmama rağmen ilk günün heyecanı ve enerjisiyle hiç zorlanmadım. Ölüdeniz manzaralı bu yol beni kendine bir kez daha hayran bırakıyordu. Yoldaki taşlar, geçiş yerleri sanki özenle döşenmiş gibiydi. Bu dikleşen yolda batonlar oldukça işime yaradı. Daha önce yürüdüğüm Olimpos-Adrasan, Adrasan-Mavikent etaplarımda çok işime yaramıştı. Çantanın verdiği ağırlığı dağıtmış, yokuşları yorulmadan çıkmamı sağlamış ve kaç kere beni düşmekten kurtarmıştı. Bence bir çift baton bu yolun olmazsa olmazı. Bunları düşünürken karşıma bir su sarnıcı çıktı. Koca bir ağacın altında yer alan sarnıcın çok da güzel manzarası vardı. Fakat gölgesinde dinlenmek için mola veren grubu görünce rahatsız etmeden devam ettim.
Buraya kadar ara ara su içmek için dursam da mola vermediğimi farkedince yarım saatlik bir mola verdim. Eylül ayının son günleri olmasına rağmen hava oldukça sıcaktı. Tişörtüm yağmurda ıslanmış gibi sırılsıklamdı. Başlangıçtan buraya kadar su sarnıcı harici bir su kaynağı yoktu. Yanıma aldığım hurmalardan ve bisküvitten biraz atıştırdım. Üzerimi değiştirip yola devam ettim. Bu sırada birkaç grup geçiyor yanımdan geçti. Onlar da Faralya yönüne doğru gidiyordu. Yürümesi rahat makilik bir patikada ilerliyordum. Buraya kadar yolda işaretler çok sık olmasa da tek patika olduğu için Likya Yolu’ndan çıkmak pek mümkün değil.
Likya Yolu’nun bu etabında su sorunu bulunmuyor
Kozağaç‘a doğru yol ilerlerken bizi keçiler karşıladı. Bu bölgede izin çıkmadığı için yarım kalmış birçok yapı bulunuyor. Keşke hiç başlanmasaymış çünkü çevredeki görsel güzelliği o kadar bozuyorlar ki, insan hızla oradan uzaklaşmak istiyor. Yol üzerinde pek belli olmayan bir çeşme var. El yüz yıkamak ve biraz serinlemek için kullanılabilir ama eğer kaçırırsanız üzülmeyin köyün girişinde buz (mevsime göre suyun sıcaklığı değişebilir.) gibi suyu olan kocaman bir çeşme var. Dinlenmek ve solunmak için ideal. Kozağaç ile Faralya yolu üzerinde iki veya üç tane daha devamlı akan çeşme var. Ama bu çeşmeler arılarında uğrak yeri olduğu için dikkat etmekte yarar var. Farketmeden bir arı sokması vakasıyla karşılaşabilirsiniz.
Kirme Köyü’nün girişinde ve köy içinde köylülerin yürüyüşçü gruplara hizmet verdiği cafe benzeri işletmeler var. Köy girişindeki evlerin hemen ilerisinde bir çardak bulunuyor. Burada yol nereden gidiyor acaba diye işaretleri ararken çardakta oturan turist çift ıslık çalarak dikkatimi çekerek beni doğru yola yönlendiriyorlar. Yorulduğunuz zaman bu çardakta dinlenebilir ya da konaklayabilirsiniz. Kirme ile Faralya arası 4 km. Bu kısım devamlı iniş şeklinde. Bazı yerlerde toprak ve taşlar kayıyor. Dikkatli inmekte ve bu kısımda da baton kullanmakta yarar var. Faralya’ya yaklaştığınızda üst kısımda yer alan bahçesinde bolca çiçek olan bakımlı birkaç pansiyon dikkat çekiyor. Aralarından yola doğru devam ettiğinizde Kirme – Faralya etabı bitiyor.
Kelebekler Vadisi’ni en güzel göreceğiniz yer: Faralya
Faralya’da Kelebekler Vadisi’ne birçok pansiyon bulunuyor. Daha önce tekneyle denizden Kelebekler Vadisi’ne gittiğim, vadi içerisine yaptığım yürüyüşle şelaleye çıktığım için yolumu değiştirmiyorum ve Kabak Koyu’na doğru devam ettim. Faralya ile Kabak Koyu arası 8 km. Önce Faralya’yı Kabak’a bağlayan asfalt yoldan biraz yürümek gerekiyor. Yola çıktığınız yerin biraz ilerisinde sağ tarafta yiyecek alabileceğiniz bir pansiyon-bakkal ve yine yol üzerinde bir çeşme bulunuyor. Yanımdaki yiyeceklerin o gün için yeteceğini düşündüğüm için oyalanmadan su takviyesi yapıp, Kelebekler Vadisi’ni arkadam bırakarak yolun solundaki tepeye tırmanmaya başlıyorum. Yeterince iyi beslenmediğim için bir süre sonra tansiyonum düşüyor ve mecburi bir mola veriyorum. Saat 15.00 civarı. Beş saatin sonunda daha Faralya’dayım. Burada yarım saat dinlendikten sonra çam ormanının içinde yükselmeye devam ediyorum. Yol taşlık ve çam iğneleriyle dolu. Tepeyi aşınca yine doğa değişiyor. Bu sefer makilerin ve zeytin ağaçlarının olduğu bir patikada, karşıma Kabak Koyu manzarasını alarak yürüyorum. Yol bazen patika bazen traktör yolundan devam ediyor.
Yolu yarıladığımda karşıma bir çay ocağı çıkıyor. Burada çaydan portakal suyuna, kuruyemişten bala her şey var. Çay ocağına yaklaştıkça arka tarafta biri olduğunu fark ediyorum. Yanına yaklaşıncaya kadar ne bana bakıyor ne de ses ediyor.
Portakal suyunun fiyatını sorup (6 TL) bir tane yapmasını istiyorum. O zaman hareketleniyor köylü abi. O yalnız ben yalnız, ben bir de üstüne üstlük yorgunum. Portakal suyunu içmemle birlikte biraz kendime geliyorum ve konuşmaya başlıyoruz. Buradan geçen Türk yürüyüşçülerden konu açılıyor. Abi dertli. Birçok kişinin selam vermeden geçtiğini söylüyor. İyi kötü burada bir işletme açtığını ve yürüşçülere hizmet vermeye çalıştığını söylüyor. Aslında belli ki bölgedeki yardım sever köylülerden biri sadece o; gelen geçen selam vermese dara düştüklerinde soluğu yanımda alıyorlar, ben de onlara karşılıksız yardım ediyorum diyor. Gelenlerin selam bile vermeden sattığı ürünlerin fiyatını sorduklarından, pahalı bulup hiçbir şey almadıklarından bahsediyor. Ben de kendisine yanına yaklaşırken önce fiyat sorduğumu hatırlatıyorum. Sen başkasın diyor. Sohbet ettin benimle diyor. Anlıyorum ki satışın yanında asıl derdi iki kelime sohbet. Oturuyorum yanına bir çay, bir çay daha içiyorum. Sohbetimiz devam ediyor. Üç kişilik bir aile olduğundan eşi ile oğlununda Ölüdeniz’de buraya benzer bir yer işlettiklerini de söylüyor. Sohbeti güzel ve keyifli geliyor. Ama daha yolum var. Kendisinden biraz da karışık çerez alıp yoluma devam ediyorum. Sonuç olarak aldıklarımın karşılığında 15 TL (2015 yılı) gibi bir ücret ödüyorum. (Çaylar ikram)
Aldıklarımın yanında sohbet, dinlenme ve motivasyon benim kârım oluyor.
Kabak Koyu
Bir süre sonra Ölüdeniz’den Kabak Koyu’na gelen minibüslerin son durağı olan yola ulaşıyorum. Kabak Koyu’na inmek için iki seçeneğim var. Ya minibüsle koya ineceğim ya da Likya Yolu’ndan devam edeceğim. Tabi ki Likya Yolu’ndan koya doğru inmeyi tercih ediyorum. Burada işaretlere ekstra dikkat etmekte fayda var çünkü karışabiliyor. Yol boyunca zaman zaman koyun tamamını tepeden görüyorum.
Gün batmak üzere olduğu için güneşin vadiye verdiği görüntü etkileyici. Kabak Koyu’na daha önce geldiğimde Shambala’da kalmıştım. Bu sefer konaklama için yanımda çadırım var ama aklıma bir arkadaşımın kardeşinin yeri geliyor. Yerdeniz Kamp’ı arıyorum ama bayram dolayısıyla dolular. Etrafta çadırımı kuracak yer bakınarak sahile iniyorum. Daha önce okuduğum bloglarda işletmelerin yakınlarına kurulan çadırlara tepki gösterdiklerini hatırlıyorum. Bir bahçe ilişiyor gözüme, etrafta yakın bir işletme yok. Buraya çadırımı kuruyorum ve sahile iniyorum. Sahile inene kadar hava kararıyor. Bu akşamki menüm mısır patlağı ve bira. Yemek yapmaya üşendiğim gibi canım yemek yemek de istemiyor. Kabak klasiği olarak sahil serin ve esiyor. Ama insana huzur ve keyif veriyor. Biraz takıldıktan sonra çadırıma dönüyorum ve yatıyorum. Kabak Koyu’nın eski sessiz sakin hali gitmiş. Gece canlı müzik var. Gün benim için bitiyor ve yarınki etap için bölük pörçük bir uykuya dalıyorum.